Bazı yemekler vardır, içindeki malzemeler lokum gibi pişsin, üzeri çıtır çıtır kızarsın istersiniz. Bu yemekler zaman ister. Zamanla, kısık ateşte ya da kalın tabanlı tencerelerde, ağır ağır pişirirsiniz. Bazı yemeklerde de sebzeler az diri kalsın, vitaminlerinden faydalanalım dersiniz. Ya da et az pişsin, sulu kalsın dersiniz, biraz bir tarafını biraz da öbür tarafını çevirir alırsınız ocaktan. Kullanacağınız tencere- tava, bunların taban kalınlığı, kapağının açık mı kapalı mı olacağı, hatta yemeği karıştırırken ya da çevirirken kullanacağınız kaşık metal mi olacak, ahşap mı.. İşte bütün bunlar leziz bir yemek yapmanın püf noktaları arasındadır. Malzemelerden birinin dozunu fazla kaçırırsanız tüm yemeği mahvedebilirsiniz.
Yemekler ve onları yapan insanlar arasında bir benzerlik olarak görebiliriz bu şartları. Tıpkı yemeği pişirirken oluşturduğumuz şartlar gibi, insanlar yetişirken, yaş alırken de nasıl, nerede, ne şartlarda piştiği önemlidir. Ben bugün sakin, naif, içten pazarlıksız, iyi niyetli bir insanın zamanla, ağır ağır, hangi baharatların eklenmesiyle, ne tür malzemelerin kullanılmasıyla, kurnaz, çirkef bir insan olarak pişebileceğini anlatmak istiyorum.
Böyle pişen insana en güzel örneklerden biri de ben olabilirim. Kendimden pay biçerek yazacağım.
Yukarıdaki kötü sıfatların azlığına bakarsanız hala tam olarak piştiğimi söyleyemeyiz. Bu sıfatları aslında kendime yakıştıramadığım için bu kadar azlar. Bana eklenen malzemelerin, baharatların beni ne şekilde değiştirmeye başladığının farkında olduğum için az çok bu pişmeyi kontrol edebiliyorum ve kendi kişiliğimi nasıl koruyabileceğimi görüyorum.
Genel olarak insanlara davranışı mesafeli olan biriyim. Sululuğu sevmem ve bir iki kişi dışında sululuk yapabildiğim insan yoktur, ailem de dahil. İnsanlara olumsuz şeyler söylememeye, kırmamaya çalışırım. Sorumluluklarımı bilir, başkasının arkamı temizlemesine izin vermem. Benden istenen bir şeyi ikiletmeden yaparım, çünkü iyi niyetliyimdir. Yumuşak kalpli, çabuk affeden biriyimdir. Ancak bu tür bir insan olmak, iş hayatında özellikle, kesinlikle tavsiye ettiğim bir şey değil.
İş hayatında kurnaz olmanız, her işe koşturmamanız, kendi işinizden başkasını görev edinmemeniz, biraz da dilinize geleni söylemeniz, hayır demeyi, başkaları gibi kıçınızı yayıp oturmayı bilmeniz, karşı taraf gibi rahat olmanız gerekir. Ama ben yapamam diye düşünmeyin bile, bu şekilde olmasanız da iş hayatınızda yaşadıklarınız her halükarda sizi böyle birisi yapacaktır. Ben henüz çok yeniyim bu aşamada. Beş senedir aynı şirkette çalışıyorum. Kendi işim dışında boş olduğum için ve yapılmadıkça beni rahatsız eden şeyler oldukları için koşturduğum bir çok iş var. Gün geçtikçe farkettiğim şey, insanların artık bu boş ama gerekli işleri benden beklemeye başlaması, kendi sorumluluklarını da bana yıkmaya başlamaları ve yıllardır nasıl da normalleştirdiklerini görmek, beni kurnazca düşünmeye sevk etmeye, onlar gibi rahat olmaya, inatlaşmaya, kıçımı yayıp oturup başkalarından yapmalarını beklemeye itmeye başladı. Fakat kendi yaptıklarını benim de yaptığımı görmek onların hoşuna gitmiyor elbette. Ancak günün sonunda fark edemedikleri şey şu ki; ben onların davrandığı gibi davransam da, kimseye kendi sorumluluğumda olan bir işi bırakmıyorum, zaten ortak sorumluluk alanında olan bir işi artık onların da yapması gerektiği için yapmıyorum. Böyle umursamaz davranmaya, ayarlamalar, hesaplamalar yapmaya başladığımı farkettiğimde kendimden korktum önce. Sevmediğim, şikayet ettiğim insanlar gibi olacağımdan korktum. Sonra, az öncede söylediğim gibi, ben üzerime düşeni yaptıktan sonrasını, diğerlerinin üzerine düşen kısmı bırakıyorum. Yani kimseye yine arkamı toplatmıyor, kendi işimi yaptırmıyorum. Bunu gördüğümde içim rahat etmeye başladı ve benim tencereme eklenen bu yakıcı acı baharatı, nasıl kendimi daha da lezzetlendirmek için kullanabileceğimi öğrendim. Bu acı baharat, bana yine kendim olmayı, ama her zaman her şeyi yapmaya mecbur olmadığımı, iyi niyetliliğin de bir seviyesi olması gerektiğini gösterdi.
Ben yavaş yavaş kendi tenceremin ve ocağımın kontrolünü almaya çalışıyorum. Henüz çok başarabildiğim söylenemez ama farkettim ve üzerinde çalışıyorum en azından. Ancak dışarıda bir sürü, kötü aşçılar ve malzemeler yüzünden lezzetsiz olmuş insan var. Ben onlar için sadece dönüp kendi özleri ile şu anda oldukları arasındaki farkı görebilmelerini diliyorum.
Yine uzun yazdım :) Bazen yazacak bir şey bulmadığımda kendimden bahsetmek en güzeli diyor ve böyle kendimi yazıyorum. Umarım sıkılmıyorsunuzdur ;)
Bugün de bir tarif vereceğim. Biliyorum artık sezonu geçti, çokça paylaştım bu ara, baydı ve çok da sevmediğiniz bir sebze kendisi. Karnabahar yine :)) Karnabahar mücveri bu sefer. Ama rahat olun, bu sezon son karnabahar tarifim bu :D
Daha önce fırında minik köfteler şeklinde pişirdiğim karışıma bir yumurta daha ilave ettim. Annemin gönderdiği tazecik yeşil soğanlardan ve dereotlarından doğradım. Haftasonu ablamla yine annemin yapıp abimlerden gönderdiği ekmeklerin arasına koyduk ve bolca -yine annemin gönderdiği çıtır marullarla birlikte sandviç yapıp yedik. Falafelden esinlendik biraz :)
Kızarmış Karnabahar Mücveri/Köftesi ile Sandviç
Malzemeler (4 kişilik)
2 yumurta
1,5 cup buharda pişmiş karnabahar
2 yemek kaşığı ekmek içi veya 1 yemek kaşığı galeta unu
Yeşil soğan
Taze dereotu
Karabiber, kimyon, tuz
2 adet bazlama ekmek (büyüklüğüne göre yeteri kadar aslında)
7-8 adet marul yaprağı
1 adet domates
Yapılışı
Mücver için tüm malzemeleri karıştırın. Yapışmaz bir tavada 2-3 yemek kaşığı sıvıyağı kızdırın. Birer yemek kaşığı malzemeyi tavaya yerleştirin ve hafifçe yayın. Dikkatlice çevirerek her iki tarafını da pişirin. Tüm mücverler pişince bazlamaların ortasını dikkatlice açın. Marul yapraklarını, domates dilimlerini yerleştirin. Üzerlerine de mücverlerden yerleştirip servis edebilirsiniz.
Afiyet olsun.
Görüşmek üzere.