29 Haziran 2012 Cuma

Dear Diary / Sevgili Günlük...

Bir gün daha bitiyor işte. 3 günlük iznimin son günü. Haftasonu tatilimin başlangıcı. Evde olmak bile ayrı keyif. Kendimi eski zamanlardaki gibi hissettim. Günümü pc başında geçirdiğim günlerdeki gibi :) Tatil güzel şey ya, evde olsa bile..
Ama hiç çıkmadım değil tabi ki. Çarşamba sabahı Üsküdar'a gittim. Takı aparatları almak için bildiğim tek yer olan dükkana. Bir saat dolandım, bakındım, nelerle neler yaparım diye düşündüm. Kafamda kombinasyonlar oluşturup durdum. Tabii ki döndüğümde yine bir sürü eksiğim vardı :) Almam gerekenleri az çok biliyordum ama eve gelip de oyuncaklarımın başına oturunca anladım ki epey eksiğim var yine. Olanlarla oynadım biraz. Birkaç tane bileklik yaptım. Akşamına taktım tabii ki hepsini :) Arm party modasına geç de olsa uydum.

 Bu kadarcık değiller tabi. Bissürü var daha :) Arkası da gelicek sıkılmazsam :))

Üsküdar'dan dönerken balık pazarından geçtim. Hatta dükkana giderken de geçmiştim ve tezgahlarda mantarları görünce hoşuma gitmişti. Ben küçükken annemle babanneme giderdik haftasonları. Her gidişimizde balık pazarından geçerdik. Çok kalabalık olur, yürüyemezdim. Çıkınca rahatlardım. Şimdiyse ordan geçmek çok hoşuma gidiyor. Tezgahlardaki balıklar çeşit çeşit, çok iştah açıcı oluyorlar. İşte dönerken de dayanamadım, öğlene mantarlı bişeyler yapma fikri hoşuma gitti, biraz istiridye mantarı aldım. Sevgilime mantarlı makarna yaptım.


Mantarı her ne kadar az almaya çalışsam da yine fazla geldi ve ertesi gün de sandviç yaptım kendime. Hatta sandviç o kadar hoşuma gitti ki bugün de sevgilime yaptım. Eh izinde olunca, fırsat buldukça biraraya gelmek de güzel oluyor :)Ayrıca sandviç için yeni bir yazı yazmak istiyorum. Yazı yazmam gerçi çok oldu bu :)) Direkt tarife dalarız ;)

Perşembe günümse biraz stresli geçti (İçses: günlük gibi oldu yaa! Dear diary diye başlasaydın bari). Buzdolabımız uzun zamandır su kaçırdığı için servis çağırmıştım. Öğlen 13:30 için sözleşmişken ve hatta ben koştur koştur kuzenime gidip gelmeyi bile 1-2 saate sıkıştırmışken adamlar gelmediler! Hem de aramadılar da. akşamüstü aradıklarında çok sinirlendim ve o kızgınlıkla servisi iptal ettirdim. Başka bir çaresine bakacağız artık :)

Akşam da sinemaya gittik. Karanlık Gölgeler'e. Johnny Depp'in başrolü oynadığı vampirli bir film. Burası biraz spoiler olacak ama biliyorsunuz ki vampir varsa orada mutlaka bir cadı, bir de kurtadam olur ;) Ben olmayanına rastlamadım yani hiç. Ama film güzeldi, değdi bence. Bu tür kurgudan hoşlananlar için itici değil.

Bugünse evdeyim. Sıkıntıdan patlıyorum. Bakkala gitmek dışında hiç çıkmadım. Ama evde boş durmadım. Birkaç bileklik daha yaptım kendime. Sütlaç yaptım :) Epey yapmışım iyi ki de 2'şer kase yedik ve daha bir sürü var :)) Yuppiii! Gerçi kıvamını tutturamadım ama olsun bence her türlü gider sütlaç soğuk olduktan sonra.




Ps: Son birkaç postuma bakıyorum da ne kadar çok yazıyorum ben bu aralar. Normalde sırf yazacak bişey bulamıyorum diye post girmem günlerce. Dert olur. Ama bu ara var bişey, hadi bakalım.

Ps2: Sütlaç için fırın kabım yoktu. Ben de büyük bir risk alıp bir kola markasının verdiklerinden biriken bu kaselere koydum. Güveniyordum gerçi çünkü genelde cam kaseler ısıya dayanıklı oluyorlar. Bunlar da çatlayıp patlamadılar. 250 dereceye kadar dayandılar.

27 Haziran 2012 Çarşamba

Haşhaşlı Ve Cevizli Çörek, Kendini Tanımaca

Merabayın gönül dostlarım ;) Biraz laubaliyim bugün affedin. Size kendimden bahsedeceğim.

26 yaşında biri nasıl olur da kendini tanıyamaz söyleyin bana? Ben mi çok yaşadım sanıyorum, tecrübe edindim hayatta sanıyorum, yoksa bu 26 yıl daha bir hiç mi bilemiyorum. Ben ki; ilkokul hayatı boyunca tenefüslerde çok nadir bahçeye çıkmış, mahallede kendinden küçük erkek çocuklardan dayak yiyen, lisede 2-3 kişi dışında arkadaş edinememiş, hatta ilk hafta sınıfıma alıştım diye, daha sonradan teklif edilen okulun "anadolu" kısmına geçmeyi reddetmiş, üniversite 1. sınıfta okulun kantinine, bahçesine gitmemiş, anca 2. sınıfta arkadaş zorlamalarıyla kantine girdiğinde, kantinciden yeni kız muamelesi görmüş, hep karşılıksız aşık olmuş, öylece uzaktan bakmış, okul bitip de İstanbul'a gelince bir minibüsle babaannesine gitmeye çekinen, yanında biri olmadan dışarı çıkamayan, 2-3 yıl boyunca evde oturup online oyunlar oynamış, tüm gençliğini pısırık biri olarak geçirmiş, asosyal kıvamında bir insanım. Bu benim en çok görünen yüzüm. Çevremdekilerin gördüğü..

Bir de şöyle bir Deniz var çok az insanın gördüğü; içi içine sığmayan, sürekli yeni şeyler denemek isteyen, hala tasarımcılık hayalleri kuran, hatta artık "bir gün iç çamaşırı tasarımcısı olacağım, seksi şeyler dikeceğim" diyebilen, gizli işler çeviren, çok agresif, sinirlendiğinde gözü dönen, patronuna postayı koyup arada ayar verebilen, asi, başkaları için kavga edebilen, alışkanlıklarını bırakamayan, hatta "iyi ki sigara içmiyorum yoksa asla bırakamazdım" diyen, iradesiz, ama son zamanlarda 10 kilo verebilmek için iradesini gerçekten zorlayabilen ve 5'ini veren :), erkek arkadaşına çıkma teklifi etmiş, mutfağa girmeye hiç üşenmeyen, tek başına artık istediği her yere gidebilen, hala kuşlar, karıncalar dahil tüm hayvanlardan korkan, depresyondan depresyona sürüklenen, kimsenin aklının hayalinin almayacağı şeyleri yapabilen..

İlk bahsettiğim Deniz hala oralarda bir yerlerde.. Zamanla değişmişsin, gelişmişsin, geçmişte öyleymiş o demeyin. O hala öyle duruyor. Arada ortaya çıkıp sen böylesin diyor. Kendini hatırlatıyor bana.

Şu sıralar kendimi sorgulamaktayım. Yaptıklarım ve göründüğüm o kadar farklı ki. Sen kimsin diye soruyorum kendime. Kimlik bunalımı dedikleri bu mu acaba? Hem bunu ergenlikte yaşamam gerekmiyor muydu benim? Orta yaş bunalımı desek, onun için de çok erken değil mi?

Ha! Haşhaşlı çörek mi? Tarifi aşağıda. Kendisi cevizle birleşince, tek kelimeyle mükemmel oldu.



Cevizli Haşhaşlı Çörek
Malzemeler
1 su brd. süt
1/2 su brd. kaynar su
1 yemek kaşığı kuru maya
2 yemek kaşığı tozşeker
1 çay brd. sıvıyağ
Un, tuz

İçi için: 1 su brd. pekmez,
4 dolu yemek kaşığı haşhaş ezmesi,
1 su brd. dövülmüş ceviz
3 yemek kaşığı su

Yapılışı: Öncelikle kaynar su, süt, maya, sıvıyağ ve tozşekeri bir kasede biraraya getiriyoruz.
Maya eriyip kabarınca, 2 su brd. unu ve 1 çay kaşığı kadar tuzu derin ve geniş bir kaba alıp mayalı karışımı ekliyoruz. Bir kaşıkla veya elimizle iyice karıştırıyoruz. Hamur toparlanıp ele yapışmayana kadar un ilave ederek 8-10 dk yoğuruyoruz. Yumuşak bir hamur elde edince üzerine temiz bir bez örtüp mayalanmaya bırakıyoruz. Hava sıcak olduğu için ben 20-30 dk bekledim ve çok güzel kabardı.
Bu arada bir kasede haşhaş ezmesi, pekmez ve suyu iyice karıştırıyoruz. 
Hamurumuz hazır olunca 4 eşit parçaya kesiyoruz. Her parçayı çok ince olmayan bir şekilde açıyoruz ve iç harcımızı hamurumuzun her yerine sürüyoruz. Üzerine biraz ceviz serpip hamurun geniş kısmından sarmaya başlayarak rulo yapıyoruz. Yaptığımız bu ruloyu 2 parmak eninde eşit parçalara kesip yağlı kağıt serilmiş tepsiye kesik kısımları yukarı bakacak şekilde diziyoruz. Tüm bezelere aynı işlemi uyguladıktan sonra 200 derecede ısınmış fırında pişiriyoruz. Dilerseniz üzerlerine birkaç damla su ile karıştırılmış yumurta sarısı sürebilirsiniz.

Afiyet olsun.

26 Haziran 2012 Salı

Blog Okuma Kriterlerim

Merhaba.
Yıllardır blog okuyucusu olan biri olarak birkaç fikrimi paylaşmak istiyorum. Bloglarla tanıştığım ilk yıllarda mutfağa girmeye pek hevesli biri değildim. Henüz keşfetmemiştim o yönümü. Zaten bekar evimizde yemek pişmezdi.  Bir yan apartmanda oturan ablamda yerdik yemeklerimizi abim, diğer ablam ve ben. Fırınımız bile yoktu. Sonra, baskılarım sonucu fırın almamızla birlikte daha fazla blog okumaya başladım.
Bugün de böyle bir yazı yazmaya karar verdim. Kimi insan çok fazla yazı okumak istemez, fotoğraflara bakmak daha zevkli gelir. Kimi insan da yazarın kendisini, hayatını merak eder ve daha çok kendinden birşeyler paylaşanları tercih eder. İşte ben ikisinin birleştiği okuyucu tipiyim. Buna dayanarak burayı okuyacak diğer blogcu arkadaşlarıma bir "blog okuyucusu" olarak vermek istediğim naçizane fikirlerim var.
Gerek yemek bloglarında, gerek moda ve yaşam bloglarında dikkat ettiğim en önemli şey fotoğraflar ve yazım dili.
Açmamla kapamamın bir olduğu, takip etmede sıkıntı yaşadığım blogların ortak yönü özentisiz ve dikkatsiz yazılmış cümleler, minicik yayınlanmış ve flaşla çekilmiş fotoğraflar. Elbette herkes kendi zevkine göre düzenliyor blogunu. Ama bence okuyucuya hitap ediliyorsa biraz daha özen olmalı diye düşünüyorum.
Özellikle yemek bloglarında, tarif için tek bir fotoğraf yayınlanıyorsa hiç takip etmem. Ben, yemeğe meraklı biri olarak onun içini dışını merak ederim. En az iki fotoğraf olmalı bana göre. Bir genel görünüş, bir de servis görüntüsü. Ayrıca fotoğraflar biraz büyük boyutlu olmalı ki malzemeleri ve yemeği net görebilelim. Çünkü görüntü, yemek bloglarının olmazsa olmazı. Bunu değiştirmek yazınızı yayınlamadan önce küçük birer dokunuşla yapılacak kadar basit.
Tarifin içerisinde reklam olan hiçbir blogu takip etmem. Fotoğrafta gösterilebilir belki ama tarif kısmında çok itici duruyor bana göre.
Yazı için ise sadece özen ister bu gözler. Araya hiç nokta, virgül konmamış upuzun akıp giden cümleler görüyorum bazen. Tamam edebi olmasın ama bir nokta, bir virgül olsun yani.Gerçi yorumlara bakıyorum epey de var. Takip edilmiyorlar aslında. Bir kısır döngünün içerisinde varlığını sürdürüyorlar bana göre. O, ona gidiyor "canım ellerine sağlık " diyor, o da ona gidiyor hemen "çok güzel görünüyor ellerine sağlık canım" diyor. Blogculuk biraz böyle anlaşılıyor sanırım Türkiye'de. Ama herkesin kendi seçimi tabii ki.
Ha, benim yorumlarım da bu yüzden az oluyor sanırım. Kimseye gidip de ilgimi çekmeyen, hoş bir görüntüsü, bir özelliği olmayan bir post veya fotoğraf için canım çok güzel demediğimden.. Takip ettiğim, yorum yazdığım bloglar ve bana gelen arkadaşlarım genellikle özenli insanlar oluyorlar.

Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki yukarıda verdiğim cümleler herkes için geçerli değil tabii ki. Bu cümleyi her kullanan öylesine söylüyor demiyorum. Yazıldıkları yerden belli ediyorlar zaten ne amaçla yazıldıklarını. Emek verilmiş yazılmış diye birşey de yok. Verilen gerçek emek belli ediyor kendisini.

Şimdi geleyim diğer bloglara.. Moda ve yaşam bloglarını çok sık takip ederim. Fotoğraflar ve yazı hakkında herşey onlar için de geçerli. Ancak sıkıldığım tek nokta oluyor. Bazılarını takip etmeyi çok sevsem de hem fazla fotoğraf koyup hem de o fotoğraflar birbirinin neredeyse aynısı olunca içim daralıyor. Ve şu, marka olsun da nasıl görünürse görünsün olayı.. Kardeşim o platformlarla nasıl da kocaman toynaklı atlara benzediğini kimse görmüyor mu da herkes o ayakkabılara bayılıyor ve yakıştırıyor sana? Tamam burası biraz acımasız oldu. Ama böyle düşünüyorum. Kısa boyunuzla sizi kocaman toynaklı atlar gibi gösteren o ayakkabıları giymeyin lütfen. Pahalı diye yakışıyor olacak değil..

İçimden gelenleri yazdım. "Okuyucu" gözüyle ;)
Sizden de benim blogum için eleştirileri beklerim. Ne görmek istersiniz, nasıl olsun istersiniz paylaşımlarım? Neye daha dikkat etmemi tavsiye edersiniz?
Bekliyorum..

17 Haziran 2012 Pazar

Bu Aralar Ben..

Heyecanlı projeler peşindeyim.. Bunlar tamamlanacaklar ve ne oldukları, nasıl yapıldıkları anlatılacaklar..


Sanatsal faaliyetlere katılıyorum..



 
Tatil istiyorum... Kafamda hiçbir şey, ruhumda hiçbir  hüzün olmadan, gamsız gamsız uzanmak istiyorum kumlarda..

Ve çoktan aldığım ama bir türlü uygulayamadığım kararları uyguluyorum..
Aklımdan çıkması gerekenleri çıkarıyorum, kalması gerekenlere özen gösteriyorum.
Çok geziyorum, fotoğraf çekemiyorum..
Yorgun ve uykusuzum..
Sinirli ve tahammülsüzüm.
Bu aralar ben bir garibim.

15 Haziran 2012 Cuma

Susamlı Simit Kurabiye

Benim çay saatim hiç olmadı. Ne iş yerinde ne evde hiç çay/kahve saati gibi bir ritüelim, öyle bir alışkanlığım olmadı. Sadece işyerinde dönem dönem saat 15:30- 14:30 arası krizlerim olur. Bazen o saatlerde gerçekten canım tatlı, tuzlu ne olursa birşeyler yemek, bazen de bol sütlü bir nescafe veya meyveli soda içeceğim tutar. Hele çayı kahvaltı dışında pek tüketmem. Belki de çalıştığım için ve pek vakit ayıramadığım için yoktur böyle bir alışkanlığım. Bilemedim şimdi. Ama olsun isterdim. Çalışmadığımı varsayarak tabi ki :)) Hani olur ya İngilizler gibi böyle şık çay takımlarında, bir dilim kek veya kurabiye ile şööööyle verandada (hayal bu tabi ki) oturmuşum arkadaşımla sohbet ediyoruz felan... İstermişim evet :)

Ama sizin varsa öyle çay/kahve saatiniz, yanına mutlaka böyle kurabiyeler yapıyorsunuzdur. Ya da bir kek. İşte bu da öyle bir seçenek.



Susamlı Kurabiye
Malzemeler
125 gr margarin
1/2 çay brd. sıvıyağ
1/2 çay brd. süt
1 yumurta
1 tatlı kaşığı tozşeker
Tuz (Miktarını istediğiniz şekilde ayarlayabilirsiniz)
1 paket kabartma tozu
Un
Üzeri için susam

Yapılışı: Öncelikle margarini küp küp doğrayıp hamuru yoğuracağınız kaba alın ve oda sıcaklığında yumuşamaya bırakın. Başka bir kasede 1,5 su brd. un, kabartma tozu, tozşeker ve tuzu karıştırın. Yumuşayan margarinin üzerine dökün. Sıvıyağı, sütü ve yumurtanın sarısını da ekleyip yoğurmaya başlayın. Hamur yumuşak ama ele yapışmayacak şekilde olana kadar un ekleyerek yoğurmaya devam edin. Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar koparıp simit şekli verdikten sonra önce her tarafını yumurtanın akına sonra da susama bulayın. Önceden ısıtılmış 200 derecelik fırında üstleri kızarana kadar pişirin.

Afiyet olsun!


11 Haziran 2012 Pazartesi

Pazar Gezisi: Heybeli Ada

Bu Pazar günü Heybeli Ada'ya kısa bir gezi yaptık. Amacımız biraz dolaşmak, ada havası almak, hem de daha önce hiç gitmemiş olan arkadaşlarımızın orayı görmesiydi. Zevkli, kısa ve tadında, güzel bir gezi oldu. Açıkçası benim istediğim de tam buydu. Genelde adaya gidilecekse erkenden gidilir ve tüm gün gezilip dolaşılır karış karış. Ama ben hem daha önce gittiğim için, hem de çok fazla yürümek istemediğim için kısa bir gezi olmasından yana seçim yaptım. Oradan alışveriş yapıp küçük çaplı bir piknik de yaptık. Eğlenceli, güzel anılarla dolu bir akşam oldu.

Bu balkona bayıldım..

                              Sandviçimiz :))                                     


Bu eski evi de bu şekilde özlü sözler yazarak çok ilgi çekici ve sanatsal bir hale getirmişler. 




Ve bizz..



2 Haziran 2012 Cumartesi

Kavunlu ve Çilekli Milkshake

Havalar bir öyle bir böyle derken sonunda güneşi gördük. Güneşli havalarda insan gerçekten çok mutlu oluyor. Bütün o kasvetli bahar boyunca beklediğimiz güneşli sıcak havayı Haziran 1 dedik mi gördük :) Ne güzel değil mi? Yaz birden geldi yani. Küçükken sınıflarımızda mevsimleri gösteren koca bir pano olurdu. O panoya tam uydu bu günler. Eh yazın ilk günlerinden girdim ben de havaya.. Yeğenlerim için öğlene milkshake yaptım. Kavunlu ve çilekli. Kavun ve çileğin birbirine böylesine uyacağını hiç düşünmemiştim.




Kavunlu ve Çilekli Milkshake (4 Kişilik)
Malzemeler
250 gr çilek
Minik bir kavunun yarısı (büyükse 2 uzun dilim)
1+ 1/2 cup vanilyalı dondurma
1/2 cup yoğurt
1 cup süt
2 yemek kaşığı tozşeker

Yapılışı: 8-10 tane çileği birkaç parçaya kesip büyük bir cezveye alın. Üzerine 2 yemek kaşığı tozşeker serpin ve çilekler yumuşayana dek kaynatın.
Kavunu ince ince dilimleyin. Kalan çileği, kavun dilimlerini, yoğurdu ve 1/2 cup dondurmayı blendera alıp iyice karıştırın. Blenderı temizleyip kalan dondurmayı ve sütü koyup karıştırın. Bardaklara önce dondurma ve süt karışımından birer kaşık koyun. Bardağın üzerinde 2 parmak boşluk kalana dek çilekli karışımdan koyun. Cezvede hazırladığınız çilek sosunu bardaklara paylaştırın.Tekrar kalan dondurma karışımından koyun ve bir çatalla bir iki defa karıştırın. Süsledikten sonra servise hazır.

Afiyet olsun.
Tasarım:Sawako Kuronuma